MEHMET EMİN ESEN
Genel Başkan Yardımcısı (Basın-İletişim)
meminesen@memursen.org.tr
15 Temmuz’da Yerli Olanlar Kazandı
23.09.16, Friday
15 Temmuz, “her şeyin ortaya döküldüğü” bir gündü. Daha doğrusu hissettiğimiz, beklediğimiz ve fakat bir türlü dillendiremediğimiz “şeyin” birden ortaya çıkıvermesiydi.
Son yıllarda ülkemize karşı özellikle batılı emperyalistlerin demokrasi soslu söylemlerinin izini sürdüğümüz zaman oyunun evsafını çözebiliriz. Oyun büyük. Mesela “Türkiye’de sistem otoriterleşiyor”, “Türkiye yalnızlaşıyor” gibi söylemlerle tecrit politikası devreye sokulmuştur. Bunun anlamını daha önceki örneklerden biliyorduk. Fakat yine de Türkiye’yi diğerleri gibi diz çöktürmeleri mümkün görünmüyordu. Onun için daha farklı bir strateji geliştirilmelilerdi. Daha doğrusu, tarihinde hiç sömürge olmamış, öyle ya da böyle kendi birliğini korumuş bir ülkenin en basit ifadeyle hizaya getirilmesi için içten devşirilecek hainin de niteliği önemliydi. O hain, bulundu da.
Oyunun taşeronları, bu toprakların dilini o kadar mahirane kullanıyorlardı ki gerçeği anlamak mümkün olmuyordu. Ama suratları ifadesiz, gönülleri kaypaktı! Yürüdüklerinde iz bırakmıyorlardı.
“Biliyorum
Basarak kan deryasına yürüyor onlar
Ve ayaklarının altı lekesizdir, biliyorum”
(C. Ünaldı Hasannebioğlu)
Fetullahçı Terör Örgütü, 15 Temmuz gecesinde, ülkemizin birliğine, asker elbisesinin içinde ordumuzun silahlarının arkasına sığınarak saldırdı. Milletin silahını millete doğrulttu. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara Emniyeti ve pek çok yer bir düşman bölgesiymişçesine uçaklar tarafından bombalandı. Sivil vatandaşlarımızın üzerine sicim gibi kurşun yağdı. Ama…
“Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katındadır -Allah, onu bilir-.”
(İbrahim, 46)
Memur-Sen olarak ilk andan itibaren halkımızla beraber sokaklara indiğimizde, hiç olmamış bir şey oluyordu. Bu ülke, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbelerini görmüştü. 28 Şubat kısmi direnişini bir kenara bırakacak olursak, o gece darbeye karşı ilk defa millet sokaklara çıkmıştı. Kimsenin elinde silah yoktu. Tankların önüne yattı insanımız. Uçaklardan atılan bombalara kafa tuttu. Her gidenin yerini biri aldı. Yılmadık. Direndik.
Gecenin sonunda şehitlerimiz ve gazilerimiz vardı, fakat kimsede matem havası yoktu. Çünkü biz şehadetin ne olduğunu, gaziliğin nasıl bir hatıra olduğunu bilen yerli bir topluluktuk.
O gece nasıl anlatılabilir başka bilmiyorum, ama milyonlarca ayrı insan hikâyesi, bir potada eriyip destana dönüştüğüne şahit olduk. Hatta öyle ki, sanki bin yıllık tarihin her bir olayı, bu destanda ayrı ayrı rol aldı. O gece sokaklarda vuruşan, direnen, dua eden bir şuur vardı. İçten içe kaynayan ve zamanı geldiğinde kendini gösteren bu şuur, aynı zamanda sabrın ifadesiydi.
O gece, bin yıl boyunca bu toprakları yoğuran, hep en kritik yerlerde ortaya çıkan ruh, salâlar eşliğinde tüm ihtişamıyla tekrar ortaya çıktı ve arzı kuşattı. O gece tarih içinde şekillenmiş milli iradenin de muhteşem bir savunmasıydı. Bu topraklarda demokrasi hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Milletimiz sanki 15 Temmuz’da doğrudan katılımı gerçekleştirerek iradesine sahip çıkmıştı. Batılı ülkelerde gittikçe zayıflayan halk iradesine karşı bu topraklarda millet iradesi resmen duruma el koydu.
Emperyalistler ve onların taşeronları, bu ruh karşısında büyük bir yenilgiye uğradılar. Artık her şey ortalığa döküldü. Kibrin ve desisenin sırları çözüldü. Sokak sokak direnen halkın karşısında bu kibirli oyunların hükmü de kalmadı. Ama yine de düşman uyumaz. Biz 15 Temmuz mutabakatını hiç bozmadan yürümeliyiz. O yerli ruhla, kendi tarihimizi yeniden yazmalıyız. Yeniden Büyük Türkiye için bu tarih ve şuurla yürümeliyiz.